Vişne çürüğü renkli hayal kırıntılarından
yapılmış derme çatma bir evdi yaşadığımız,
Kırmızısını
içtiğimiz gecelerde kendimizden bir adım öteye gidememeyi ezberlerdik,
Mavi değilse
de koyusuna bir güzellemeydi yok oluşlarımız.
Hep kifayetsiz
kalırdı dokunmalarımız, hep eksik.
Bu yüzden kırılmış bir beyazla boyanmıştı
içimizdeki duvarlar.
Biz diğerlerinden
bir renk gerideydik,
İçimize güneş vurduğunda geçer sanardık.
Geçmediğini fark
ettiğimizde çamura bulanmış bir tutam turuncumuz olurdu.
Sevmeyi sever,
sevilmediğimizde kabuk bağlamış yaralarımızla oynardık.
İyileşeceğimizi bilirdik, iyileşebilirdik.
Bizim ismimiz yok,
cismimiz renksizdi.
Ama yine de geceden daha fazla anlam katardık siyaha.
Bazen içimizdeki
duvarlardan kaçıp yırtılmış ışık hüzmelerinin arasından geçmeye çalışırdık,
ve sesler duyardık.
Hiçbir şarkıya ya da hiç kimseye ait
olmayan sesler..
Bir de ruhları
hastalıkla bezenmiş insanlarımız vardı. Ağızlarını açtıklarında kirli bir ağıt
bırakırlardı havaya. Duymak zorunda olduklarımızla karıştıklarında, bembeyaz
irinler akardı derimizden.
Ve en nihayetinde,
Her zaman en
keskiniyle karşılaştığımız cam kesiklerinden yeni bir benlik yaratırdık;
Biz işte o hep
tamamlanmaya çalışan yarımdan arta kalandık.